Gezi Direnişi’nin 11. Yılında Unutulmaz Anılar

Gülistan Kılıç Koçyiğit – DEM Parti Milletvekili
Değerli dostlar, sevgili yol arkadaşlarım,
Türkiye demokrasi ve özgürlük mücadelesinin en renkli mücadelelerinden biri olan Gezi Direnişi’nin 11. yılını geride bıraktık. Bu direnişin boyun eğmeyen ve milyonların ortak talebine onurla sahip çıkan siz Gezi tutsaklarını sevgi ve hasretle selamlıyorum.
11 yıl önce, milyonlarca kişinin ortak gelecek tahayyülü, derin ve öğretici bir direnişin etrafında bir araya geldi. Yaşamlarımızı koruma ve gelecek tahayyüllerimizi birlikte oluşturma paydamız, bizleri güçlü kıldı. Gezi; salt bir gelecek tasavvuru değildi, aynı zamanda zıtların, yolu kesişenlerin ve renklerin, dillerin, kültürlerin, inançların, seslerin mücadele alanında muhteşem bir kanona dönüşmesiydi. Siyasi görüşü birbirinden farklı milyonlarca kişinin kalbi demokrasi, özgürlük ve daha adil bir ülke için birlikte attı. 11 yıl önce yakılan ve kimliği ne olursa olsun tüm kesimleri harekete geçiren meşale, bugün de hücreden parlamentoya, sokaktan meydanlara kadar her yerde bir heyula gibi dolaşıyor. Gezi’den bu yana her gün bu mücadelenin kavgasını vermeye devam ediyoruz. 11 yıldır her gün yitirdiklerimize, Ali İsmail’e, Ethem’e, Berkin’e, Medeni’ye, Mehmet’e, Abdullah’a ve katledilen tüm arkadaşlarımıza verdiğimiz sözü tutmaya çalışıyoruz. Yitirdiklerimizin anısı, demokrasi ve özgürlük talebimizi daha da güçlendiriyor.
Gezi, tarih boyunca muktedirleri korkutan “aşağıdakilerin” ‘Artık yeter’, ‘edî bes e’ çığlığı olmuştur. Egemenler için muhteşem, “aşağıdakiler” için cehennem olan bu sisteme nasıl hayır deme cüreti gösterilir? Farklı olanlar nasıl aynı taleplerle aynı hedefe yürür? İşte çıldırtan denge bu olmuştur.
Bu ezilmişliğe, yaşamın rehin alınmasına, doğanın ve toplumun korunmasına yönelik çağrı bizler için yeni denge arayışı, egemenler için ise ezberlerinin bozulmasıydı. “Yüzde elliyi evde zor tutuyorum” hezeyanı, aslında farklı olanların aynı mücadele içerisinde olmasının yarattığı egemen bilinçteki ortadan yarılmanın ifadesiydi.
Ortak değerler ve tahayyüller etrafında buluşma, egemen ezberin bozulması, egemen bilincin ortadan ikiye bölünmesi ve çözülmesi, toplumsal ayrışmanın ve siyasal kutuplaşmanın iflasıydı. Egemenin öfke patlaması ve siyasal histeri gösterilerinin temel nedeni bu iflastı. Bu nedenledir ki; “Gezi” adını ananların bile, siyasi aforoza tabi tutulduğu bir süreci yaşıyoruz. Oysa egemenler bir Amok Koşucusu misali, her şeyi dağıtıp bozmak isterken esasında kendi sonuna doğru da ilerliyor.
Sevgili dostlar,
Kobani’de başlayan yaşam mücadelesi, Gezi Direnişi İle büyüdü. Kalabalık halimizi bir toplum olma vasfına kavuşturan tam da serhıldan ile direnişin geniş coğrafyada, farklılıkları içerir şekilde bir tarih yazabilmesiydi. Bu tarih, aslan taklidi yapan egemenlerin değil, halklara, inançlara, doğaya, yaşama âşık milyonların hikâyesiydi.
Kobani egemenlere karşı yaşama çağrısının sınırlarını belirledi. Gezi, Türkiye demokrasi mücadelesine damgasını vurdu, izini bıraktı, ilham oldu ve olmaya devam ediyor. Gezi, yaratıcı zenginliği ve muzipliği ile egemenin kodlarını alabora ederek mücadelenin gökkuşağını oluşturdu.
Bu yaşam mücadelesi bizim, bu hikâye hepimizin. Egemenler bize Kobani’den, arkadaşlarımızı Gezi’den dolayı emirlerindeki yargıyla zulmetmek isteyebilirler ama asla yargılayamazlar. Çünkü Gezi Direnişi yargılanamaz. Kobani direnişi yargılanamaz. Adalet arayışı ve halkın mührü, Kobani’de ve Gezi’de tüm mükemmelliği ile tecelli ederek tarihe geçti. Bu sebeple ne barış ve demokrasi talebi ne de ortak gelecek mücadelesi yargılanabilir.
Yargılanmaması gerekenlerle ilgili kesilen hüküm, adalet terazisinin gereği değil, egemenin mührünün hükme basılmasıdır. Bir karanlık tablonun egemenler eliyle resmedilmesidir.
Bu karanlığı daha da büyütmek isteyen iktidar her gün yeni yargı darbeleri ile yol almaya çalışıyor. AYM’nin en son Can Atalay hakkında verdiği “TBMM’nin Can Atalay’ın vekilliğini düşürmesi yok hükmündedir” kararı ve bu karar sonrası olağanüstü toplanan Meclis’te yaşananlar bunun en açık göstergesidir. Anayasa tanımayan iktidarın kürsü dokunulmazlığını hiçe sayan, şiddeti meşrulaştıran tutumları; AKP’li Alpay Özalan’ın kürsüde bulunan İstanbul Milletvekili Ahmet Şık’a saldırması nasıl bir motivasyon ile yol almaya çalıştıklarını ve bundan sonraki yol haritalarını ve araçlarını açıkça bizlere gösteriyor. Şiddetten, ötekileştirmeden, hukuksuzluktan, yargı darbelerinden güç devşirmeye çalışan faşist bir iktidar gerçeği bütün toplumu şiddet ile kuşatmaya ve teslim almaya çalışıyor. Bu nedenle bugün, bu karanlık tablodan çıkmanın yolu ve yordamı bellidir. Gezi Direnişi’ni düşmanlık gören ve mahkeme koridorlarına taşıyan zorba anlayıştan kurtulmak tek çıkar yoldur. Bunun için de yan yana durmak, dayanışmak ve beraber mücadele etmek şarttır.
Gezi’den bugüne bu ülkede iyi giden tek bir şey olmadı. Siyasi ve hukuki zulme, açlık ve sefalet eklendi. Gezi’den bugüne milyonlar açlıkla mücadele eder hale geldi. Muazzam bir yoksullaşma, sokak sokak kol gezmeye başladı.
Gezi Direnişi’ndeki demokratik ve barışçıl özü göremeyenler, direnenlere zulüm dayatanlar bu ülkeye en büyük kötülüğü yaptı. Gezi’yi düşman ilan edenler, Türkiye’nin işçilerine, emekçilerine, ezilenlerine, ötekileştirilenlerine düşmanlık yaparak vites yükseltti. İsimleri Gezi direnişçileri değildi belki ama fabrikalarda, tarlalarda direnen, düşünen, sorgulayan herkes bu rejim tarafından düşman ilan edildi. Gezi’den geriye bir korkunç yoksulluk ve zulüm, bir de direnişimiz kaldı. Hiç şüphe yok ki, Gezi’den Cizre’ye direnişi büyüterek, ortak mücadeleyle bu istibdat düzenine karşı biz kazanacağız.
Dostlar, sevgili Can Atalay, Çiğdem Mater, Osman Kavala, Mine Özerden ve Tayfun Kahraman, sizlerin şahsında bütün demokrasi ve özgürlük tutsaklarını saygıyla selamlıyorum.
Sizleri özledik, direneceğiz ve kavuşacağız; direndikçe güçlenecek, kavuştukça daha da çoğalacağız.
Karanlık gider, Gezi kalır.