Avrupa’da Faşizmin Yükselişi: Entegrasyon Politikaları Tehlikede

Avrupa’da Burjuva Demokrasileri ve Göçmen Krizi
Sovyet sosyalizminin alternatifi olarak gösterilen ve uzun yıllar kapitalizmin ‘sevimli yüzü’ olarak lanse edilen Avrupa burjuva demokrasileri, Marx’ın gece bekçisi devletine dönüşüyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan düzen çözülmeye başlıyor ve burjuva siyasetinin geleceği belirsizleşiyor.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında insana saygılı, mültecilere kapıları açık, çevre kirliliğine karşı duyarlı olarak sunulan Avrupa devletleri, günümüzde artan ırkçı faşist hareketlerle anılmaya başladı. Bu durum Avrupa’nın içler acısı durumunu gözler önüne seriyor.
Avrupa Birliği ülkeleri, ortak ‘mülteci ve göçmen’ politikası oluşturarak dışarıdan gelen mülteci akışını engellemeye çalışıyor. Ancak bu politikalar nedeniyle Akdeniz bir mezar haline gelmiş durumda. Türkiye ise göçmenleri Avrupa’ya tehdit unsuru olarak kullanmayı planlıyor.
Öte yandan, Avrupa ülkelerinde uzun süredir yaşayan ve oturma izni olan göçmenler artık yük olarak görülüyor ve entegrasyon çabalarından vazgeçiliyor. Özellikle Danimarka, göçmenlere geri dönüş için ekonomik destek sağlama yoluna gidiyor ve bu tartışmaları başlatıyor.
İsveç’te ise sağcı hükümet, geri dönüşü teşvik etmek için maddi yardımlarla çözüm arıyor. Ancak bu adımların toplumsal maliyetinin ağır olabileceği konusunda uyarılar yapılıyor. Sol parti ve merkez parti hükümetin bu politikalarını eleştiriyor ve gerçek çözümün eğitim ve dil eğitimine yatırım yapmak olduğunu belirtiyor.
Avrupa’nın göçmen krizi ve bu konudaki politikaları, entegrasyon sorunlarını daha da derinleştirirken, insan hakları ve liberal değerlere meydan okuyor. Bu durum, Avrupa’da faşizmin yükselişine de zemin hazırlıyor.