Dünya ve Mars, Güneş Sistemi’ndeki kayalık gezegenler arasında doğal uydulara sahip tek gezegenlerdir. Dünya’nın uydusu Ay, çoğunlukla, erken dönemde Dünya ile Theia adındaki Mars büyüklüğündeki bir protoplanetin çarpışmasından oluştuğu düşünülmektedir. Bu olay, gezegenimizin uydusunun kökenini anlamada kritik bir rol oynamaktadır. Ancak Mars’ın iki uydusu Deimos ve Phobos için benzer veriler mevcut değildir, çünkü bu uydulardan alınmış kaya örnekleri henüz elde edilmemiştir.
Mars’ın uyduları hakkında iki ana teori öne çıkmaktadır. İlk teori, Deimos ve Phobos’un Mars’ın erken döneminde yakaladığı asteroitler olabileceğini savunmaktadır. Uyduların küçük boyutları ve asteroitlere benzer yapıları bu düşünceyi desteklemektedir. Fakat, bu senaryonun geçerliliği, Mars’ın düşük yerçekimi nedeniyle asteroit yakalamakta zorlanacağı ve yakalanan uyduların daha eliptik yörüngelere sahip olması gerektiği gerekçesiyle sorgulanmaktadır.
İkinci teori ise Deimos ve Phobos’un, Mars’a çarpan büyük bir asteroidin oluşturduğu enkazdan meydana geldiğini ileri sürmektedir. Bu çarpışmanın, Mars’ın kütlesinin yaklaşık yüzde 3’ü kadar bir cisimle gerçekleşmiş olması gerektiği öne sürülmektedir. Böyle bir çarpışma, uyduların daha dairesel yörüngelerde hareket etmelerini açıklasa da, genellikle bu tür enkaz halkalarının gezegene daha yakın bir konumda oluşması beklenmektedir. Phobos, Mars’a yakın bir yörüngeye sahipken, Deimos bu tanıma uymamaktadır.
Yeni bir model ise bu iki teoriyi bir araya getiriyor. Bu modele göre, büyük bir asteroidin Mars’a çarpması yerine, asteroidin gezegene çok yakın bir mesafeden geçiş yapmış olabileceği düşünülmektedir. Bu yakın geçiş sırasında Mars’ın gelgit kuvvetleri, asteroidi parçalara ayırarak bir enkaz zinciri oluşturmuş olabilir. Başlangıçta eliptik yörüngelerde dolaşan bu parçalar, Güneş ve diğer gezegenlerin çekim etkisiyle zamanla çarpışarak daha geniş bir enkaz halkası oluşturmuş olabilir.
Bu teori, hem asteroit yakalama hem de çarpışma modellerine kıyasla daha fazla kanıt sunma potansiyeline sahip gibi görünmektedir. Ancak kesin bir sonuca ulaşmak için Mars’ın uydularından örnek alınması gerektiği açıktır. Neyse ki, 2026 yılında fırlatılması planlanan Mars Moons eXploration (MMX) misyonu, bu alanda önemli veriler sağlayabilir. MMX, hem Phobos’u hem de Deimos’u inceleyecek ve özellikle Phobos’tan örnekler toplayacaktır.
Bu tür bir araştırma, yalnızca Mars’ın uydularının kökenini değil, aynı zamanda Güneş Sistemi’nin erken dönemine dair önemli bilgiler edinmemizi sağlayabilir. Phobos ve Deimos’un kökenine ilişkin sırlar, bu yeni teori destekli misyon sayesinde belki de nihayetinde aydınlatılacaktır.