Gündem

Afgan Taksicinin Erdoğan Yorumu: “Kompleks”

Afgan taksici, “Erdoğan hakkında ne düşünüyorsun?” dedi. Hazır misak-ı milli sınırları dışındayken ve sözlerim kayıt altına alınmazken beni Silivri’de uzun bir tatile götürecek düşüncelerimi söyleyebilirdim. Bunun yerine tek bir sözle yanıt verdim: “Kompleks”

Okullarda Batı Medeniyeti’nin ilk romanının Cervantes’in Don Kişot’u olduğu öğretilir. Buna karşı çıkan az sayıda insandan biri Mihail Bahtin. Bahtin, pek önemsenmeyen Rabelais’i göklere çıkartır ve onun Pantagruel ve Gargantua adlı iki romanını “Batı’da yazılmış ilk romanlar” diye selamlar. Rabelais öldüğünde Cervantes daha altı yaşındaydı. Sartre’ın “Erasmus’u Montaigne’e bağlayan usta” dediği Rabelais’in yüzyıllardır görmezden gelinmesinin nedeni ne olabilir?

Bu soruyu yanıtlamadan önce “Roman nedir?” sorusuna yanıt bulmalı. Otuz küsur yıl önce Selim İleri, Milan Kundera’nın “Ölümsüzlük” adlı romanını eleştirmemi istemişti. Yüzlerce kitap içinden Ölümsüzlük’ü özellikle seçtiğini çok sonra anladım. Kundera kurguyla felsefeyi karıştırdığı tüm romanlarında olduğu gibi Ölümsüzlük’te de kitabın kahramanlarını dinlendirip okurla uzun uzun söyleşir. “Bir metni roman haline getiren şey, onun anlatılamaz, özetlenemez, ancak ve disiplinle okunursa anlaşılır bir sözleşme olmasıdır,” der. Roman Sanatı adlı kitabı Bahtin’in neden Rabelais’i ilk romancı olarak tanıttığının özeti gibidir: “Destanlarda kahramanlar ve düşmanlar kusursuzdur. Onların sadece kahramanlıklarını ve hainliklerini görürüz. Herkesin rolü bellidir ve değişmez. Kahraman hata yapabilir, tuzağa düşebilir ama destanın sonunda mutlaka galip gelir ve okur tarafından onanır. Romanda ise bir kahramanın hiç de kahramanca olmayan iç dünyasıyla karşılaşırız, romandaki kahraman kusurlarla ve çelişkilerle doludur, iyi bir insan olması da şart değildir. Roman bizi sefaletimiz ve asaletimizle yüzleştiren bir aynadır. Bir halk ancak roman üretebildiğinde uygarlık yarışında bir adım atmış olur. Kendiyle yüzleşmeyen, her şeyi çarpık bir “iyilik, kötülük” dualitesine indirgeyen bireyler ve toplumlar geride kalmıştır. Destanları yücelten diktatörlüklerdir, romanları yücelten ise özgür toplumlar.”

Don Kişot tüm aptallığı, hataları, genellikle pek de asil olmayan hırslarıyla klasik destanlara hiç uymayan bir kahramana sahip olduğu için ilk roman sayılır. Don Kişot’tan 73 yıl önce kaleme alınan Pantagruel’in yüzlerce yıl “roman” sayılmamasını nasıl açıklayabiliriz?

Çünkü Don Kişot “ehli”dir. Kibar insanların tebessümle okuyacağı bir mizaha sahiptir. Pantagruel’i ise şu an okurken bile yorulursunuz. Don Kişot’tan çok daha komiktir ama çok daha edepsizdir de. Kahramanlar tepkilerini sadece sözlerle değil, gaz çıkartarak, geğirerek, dışkılayarak da verir. Çocuklar bayılsa bile hiçbir anne bu romanları okuyarak çocuğunu uyutamaz. Mihail Bahtin, romanı karnaval toplumunun bir ürünü olarak görür. Bin yıldan fazla süren karanlık ortaçağın belki de tek güzel yanı karnavallardı. Karnaval Antik Yunan’ın Ortaçağ’da bile sönmeyen meşalesiydi. Karnavallarda oyunculara sansür koymamak, sansürü akıllara bile getirmemek bir gelenekti. Karnaval boyunca tiyatrocular soyluları rezil eden oyunlar sergilerler ve en müstehcen şakalarla izleyicileri kahkahalara boğarlardı. Bahtin de tıpkı Kundera gibi, romanı “Batı Medeniyeti” nin mihenk taşı gibi görür ama romanla karnaval arasındaki bağın da altını çizer.

Afgan taksici 30 yıldır Almanya’da yaşıyormuş. Bana uzun uzun Türkiye’nin ne kadar güzel bir ülke olduğunu, bir İslam ülkesi olmasına rağmen kimsenin kimseye karışmadığını, plajda çarşaflı kadınların yanında bikinili kadınların güneşlendiğini, kimi oruç tutarken kiminin içki içtiğini, insanların eğitimli, görgülü ve kibar olduğunu anlattı. O şevkle Erdoğan hakkında düşüncelerimi sorduğunda bir destan yazarı netliğinde yanıt vermek istemedim. Taksici Erdoğan’ı seviyordu ve bu sevgiyi bilmiş bir edayla reddetmeye ve parmağımı sallayarak “ama Erdoğan şöyledir, böyledir” demeye hakkım olmadığını hissettim.

Biri birini seviyor ve sen de ona sevgisini eleştiriyorsun. Bunu pervasızca söylemeden önce, bu insanın içindeki sevginin nedenlerini sorgulamak gerekmez mi? Birçok İslam ülkesini gezdim, orada insanlarla sohbet ettim. Nereye gitsem Erdoğan hakkında övgü dolu sözler duydum. Bu insanlara “Siz yanlışsınız, ben doğruyum” diye özetlenecek cümleler kurmak onlara kibirle tepeden bakmak değil mi? Afgan taksici benim tek sözcüklük “Kompleks” yanıtımdan sonra sustu ve düşünmeye başladı.

Ardından yıllar önce bu gazetede “Tutum” başlığıyla yazdığım bir yazıda kurduğum mantığın aynısını içeren bir konuşma yaptı. “Gerçekten de kompleks… Çünkü biz Türkiye dışında yaşayan müslümanlar, Erdoğan’ı buradaki Türkler gibi sevmiyoruz. Burada Erdoğan’ı çok seven Türk arkadaşlarım var, bana sürekli Türkiye’deki otoyollardan, gökdelenlerden filan bahsediyorlar. Bunun için birine hayran olacaksam Dubai emrine ve Katar şeyhine hayran olurdum. O binaların alası, o yolların daha güzeli zengin Arap ülkelerinde var… Bizim Erdoğan’ı sevmemizin nedeni Erdoğan’la ilgili değil… Bizim Erdoğan’ı sevmemizin nedeni Atatürk. Biz aslında Atatürk’ü seviyoruz ama bunun farkında bile değiliz. Erdoğan’a bıraksan belki Türkiye de Afganistan gibi olurdu ama siz çok güçlüsünüz. Yani Türkiye’de çok fazla aydın insan var ve siz Erdoğan’ı frenlediniz. Öte yandan o da zeki bir insan olduğu için bu konuda çok değişti. Beş yılda bir Türkiye’e giderim. Kimse kimsenin yaşam tarzına müdahale etmiyor. Bu adam bunca yıldır Türkiye’nin başındaysa bu biraz da onun başarısı sayılmaz mı? Yani bence Erdoğan, tüm İslam dünyasının onun neden sevdiğini anladı, çünkü biz insanların birbirine saygıyla yaşayabileceği, kimsenin ateist, az dindar vs olduğu için öldürülmeyeceği özgür bir ülkenin lideri olduğu için Erdoğan’ı seviyoruz. Biz Erdoğan’ı Atatürk nedeniyle seviyoruz. Erdoğan bir Afgan’ın ütopyasını yönetiyor.”

“Kompleks” demek yerine, net biçimde tavrımı gösterseydim, Erdoğan’a tapanlar veya ondan nefret edenler kamplarına ait cümleler kursaydım Afgan dostum böyle açılamazdı. Ona bu mücadelede sandığı kadar başarılı olamadığımızı, evrim teorisinin ders kitaplarından çıkartılığını, itaat kültürünün pompalandığını, aykırı sözler söyleyenlerin linç edildiğini, öldürülen, hapsedilen veya yurt dışına kaçan aydınlar olduğunu ama mücadaleyi bırakmaya da niyetimiz olmadığını anlattım. “Erdoğan gerçekten büyükse, neden aydınları hapse atar ki?” dedi.

Romanlarda kahramanlar diyalog halindedir. Bir yazar onlarca karakter yaratır ve bu karakterler birbirleriyle konuşurlar, tartışırlar. Tartışmaların kazananı olması şart değildir, karakterlerin iyiliği veya kötülüğü de net değildir. Bir romanı destandan ayıran, aslında tam da bu bulanıklık halidir, tıpkı iç dünyamız gibi. Destanlar yerine romanların yazıldığı bir ülke olabilecek miyiz, bunu zaman gösterecek. Taksiden inerken bana “Bunun bir romanını yaz, adı da Kompleks olsun” dedi. “O kadar komplekse girmeye gücüm yetmez,” dedim gülümseyerek. “Gazeteye bir köşe yazısı yazarım belki” dedim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu